16 Haziran 2012 Cumartesi

Giriş






Yakın tarihin en büyük İslam alimlerinden biri olan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin yazmış olduğu Risale-i Nur Külliyatı, yüzbinlerce insanın hidayetine vesile olmuş çok önemli eserlerdir. Bediüzzaman’ın samimi üslubu, tefekkürleri ve hikmetli anlatımı, her okuyan için önemli bir yol gösterici ve hidayet rehberi olmuştur. Risale-i Nurlar’ın geniş kitleler üzerindeki bu samimi etkisi son derece açıktır. Her biri son derece samimi örneklerle ele alınmış olan tüm bu konuların anlatımındaki sadelik ve açıklık her kesimden insanın kolaylıkla anlayabileceği şekildedir.
Ancak tüm bu üstün özelliklerine rağmen kimi çevrelerde, Bediüzzaman’ın eserlerinin anlaşılabilmesi için tefsir edilmesi gerektiği şeklinde yanlış bir kanaat söz konusudur. Sözde Risaleler’de şifreli ve karmaşık bir anlatım olduğu, düz okumayla anlaşılamayacağı ve bu şifreleri de ancak bu konuda bilgi sahibi olan belirli kişilerin çözebilecekleri düşünülür.

Hicri 13. Asrın büyük Müceddidi; Bediüzzaman Said Nursi






Geçtiğimiz yüzyılın müceddidi olan Bediüzzaman Said Nursi, hayatını Allah’ın varlığını ve Yüceliğini anlatmaya, İslam’ın değerlerini yükseltmeye adamış, bu yolda birçok zorluklarla karşılaşmış, derin bir imana sahip, büyük bir mütefekkirdir. Hayatı boyunca büyük bir fikri mücadele örneği sergilemiş, hikmetli karar ve davranışlarıyla Müslümanlara örnek ve öncü olmuş mübarek bir şahıstır. Eserlerinde ortaya koyduğu ilim, ihlas, belagat ve daha birçok özellikten, kendisinin belki de İslam tarihinin en büyük velilerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursi, derin bilgiler içeren beş bin sayfalık Risale-i Nur Külliyatı ile milyonlarca insanın hidayetine vesile olmuş büyük bir mütefekkirdir. Hicri 13. asrın müceddidi olan Bediüzzaman, eserleriyle Müslümanlara ışık tutmuş, Kuran ahlakını en güzel şekilde yaşamış ve mücadelesiyle örnek bir kişilik olmuştur. Yaşadığı dönem, meydana gelen dünya savaşları nedeniyle, belki de tarihin en zor, en sıkıntılı yılları olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma yıllarından, vefatı olan 1960 yılına kadar, yaşanan maddi, manevi çok büyük zorluklar zamanında, sarsılmaz bir fikri mücadele veren Bediüzzaman, değerli fikirleriyle, milletimize zararı olacak ideolojilere bir set olmaya çalışmış ve iman hakikatlerinin tebliği ile Müslümanların manevi yönden güçlenmelerine vesile olmuştur. (Allah ondan razı olsun.)
Bediüzzaman Hazretleri, büyük bir müceddid olarak, her zaman inandığı gibi yaşamış ve düşündüğü gibi konuşmuştur. Seksen yedi yıllık uzun ömrünü ihlas ve samimiyet ile inandığı Kuran ahlakını anlatarak geçirmiştir. Bu hizmeti esnasında her zaman doğruları ifade etmiş, hatta bu nedenle yirmi sekiz yılını hapishanelerde ve sürgünde zor şartlarda geçirmiştir. Buna rağmen hiçbir zaman söylenmesi gereken gerçekleri ifade etmekten kaçınmamış, hangi şart ve ortamda olursa olsun hiçbir konuda, özellikle imani konularda Kuran ve Peygamberimiz (sav)’in sünneti doğrultusunun dışına çıkmadan gerçekleri çok açık ve net izah etmiştir. Başkaları tarafından yadırganacak, yanlış anlaşılacak diye, doğruları gizlemenin ve anlamı değişecek şekilde sözü eksik veya farklı söylemenin Kuran ahlakına aykırı olduğunu da yine Bediüzzaman ifade etmiştir. Bediüzzaman, söylenilen her sözün doğru olması gerektiğini belirterek doğruluğun önemini de şöyle

Yanıltıcı bir akım “Risale-i Nur’da batın tefsirciliği”



BATIN TEFSİRCİLİĞİ NEDİR?

Batın tefsirciliği Bediüzzaman’ın sözlerinin, Risaleler’in her okuyan tarafından anlaşılamayacak bazı gizli ve şifreli anlamlar taşıdığını öne sürer. Bu bakış açısına göre, Bediüzzaman’ın düşüncelerini öğrenmek isteyen kimselerin, Bediüzzaman’ın sözlerini Risaleler’den değil, batın tefsircilerinin açıklamalarından anlamaya çalışmaları gerekmektedir.

BU DÜŞÜNCEYE GÖRE BEDİÜZZAMAN’IN SÖZLERİNİ YALNIZCA KİMLER ANLAYABİLİR VE BATIN TEFSİRCİLİĞİNİ KİMLER YAPABİLİR?

Bediüzzaman’ın Risaleler’de yer alan sözlerinin, yalnızca özel bazı sırlara vakıf, özel tefsir gücü olan, özel yeteneklere ve hislere sahip bazı özel kişilerin “batıni tefsir” yaparak anlayabilecekleri savunulur. Dolayısıyla Bediüzzaman’ın Risaleler’de yazmış olduğu sözlerini de ancak sadece bu belirli şahısların anlayabileceği öne sürülür.

RİSALELERDE BATINİ TEFSİR GEREKTİĞİNE İNANILAN BAŞLICA KONULAR NELERDİR?

Batın tefsirciliğine göre, anlaşılabilmesi için tefsir edilmesi gereken başlıca konular arasında Bediüzzaman’ın, ahir zaman, Hz. İsa’nın ve Hz. Mehdi’nin gelişi ve İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılmasına ilişkin açıklamaları yer almaktadır. Bediüzzaman’ın bu konulardaki izahları son derece açık ve anlaşılır olduğu halde, Bediüzzaman’ın bu sözlerinin aslında açık anlatımının tamamen dışında çok daha farklı anlamlar içerdiği ve bunların da ancak batıni tefsir yapabilen kişiler tarafından izah edilebileceği düşünülür.
Bediüzzaman eserlerinde yüzlerce sayfa boyunca Hz. Mehdi’nin sahip olacağı özellikler hakkında bilgi vermiş, kendisine Mehdiyet konusunda hüsn-ü zan ile yaklaşan kimselere ise, kendisinin Hz. Mehdi de olması gereken özellikleri taşımadığını belirterek cevap vermiştir. Ancak Bediüzzaman’a bu yönde hüsn-ü zan besleyen söz konusu kişiler, Bediüzzaman’ın bu sözlerinin aslında gerçekleri yansıtmadığını; Bediüzzaman’ın kanaatinin bunun tam tersi yönünde olduğunu ve bunları da sözlerindeki şifreli anlatımlarda gizli olduğunu düşünmektedirler. Oysa ki kitabın ilerleyen bölümlerinde detaylı olarak inceleneceği gibi, Bediüzzaman eserlerinde kendisinin Mehdi olmadığını ve bunun delillerini, yüzlerce sayfa boyunca yaptığı

Batın tefsircileri risale-i nur’u nasıl yorumlamaktadırlar?




Batın tefsircileri risale-i nur’u nasıl yorumlamaktadırlar? Ahir zaman ve mehdiyet konusunda yapılan batıni tefsirler nelerdir?Bediüzzaman ne demektedir? tefsirciler ne demektedirler? – 1


1-Bediüzzaman “Kendisinin seyyid olmadığını” söylemektedir, ‘bu konuda doğru söylememenin de dine uygun olmadığını’ ifade etmektedir; tefsirciler, “Hayır, seyyiddir” demektedirler.

Bediüzzaman’a göre:

Hz. Mehdi’nin hadislerde bildirilen en önemli özelliklerinden biri de, “SEYYİD” yani Peygamber Efendimiz (sav)’in soyundan olmasıdır:
Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah BENİM EHL-İ BEYTİMDEN (SOYUMDAN) BİR ZATI (Hz. Mehdi’yi) gönderecek. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)
Bediüzzaman da aşağıdaki sözünde, kendisinin Peygamberimiz (sav)’in soyundan olmadığını, Hz. Mehdi’nin ise bu mübarek soydan olacağını belirtmiştir:
HEM MEHDİLİK İSNADINI HİÇ KABUL ETMEDİĞİMİ BÜTÜN KARDEŞLERİM ŞEHADET EDERLER. Hatta Denizli’deki ehli vukuf (bilgi sahibi kişiler) eğer Said mehdiliğini ortaya atsa bütün şakirtleri (talebeleri) kabul edecek dediklerine mukabil (karşılık), Said itiraznamesinde demiş ki: “BEN SEYYİD DEĞİLİM MEHDİ SEYYİD OLACAK” DİYE ONLARI REDDETMİŞ… (Şualar, sf.365)
BEN, KENDİMİ SEYYİD (Peygamberimiz (sav)’in soyundan) BİLEMİYORUM. BU ZAMANDA NESİLLER BİLİNMİYOR. HALBUKİ AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI AL-İ BEYT’TEN (Peygamberimiz (sav)’in soyundan) OLACAKTIR. (Emirdağ Lahikası, sf.247-250)
Bediüzzaman seyyid değildir ve seyyid olmamasının, kendisinin Mehdi olamayacağının delillerinden biri olduğunu belirtmektedir. Kuşkusuz ki bir kişiye bir soru sorulmasının nedeni, ilgili konunun doğrusunu öğrenmektir. Bediüzzaman Said Nursi’ye de Mehdi olup olmadığının sorulmasının nedeni doğruları öğrenmektir. Bu soru karşısında “Hayır, ben Mehdi değilim” diyorsa ve bunun onlarca delilini öne sürüyorsa buna inanmak gerekir. Zira Bediüzzaman çok açık bir şekilde bu konuya cevap vermiş ve “ben seyyid değilim” demiştir.
Ayrıca Bediüzzaman eğer seyyid olmuş olsaydı, bunu gizlemesi için hiçbir sebep yoktu. Çünkü seyyid olmak, saklanması gereken bir özellik değildir. Tam aksine Peygamber Efendimiz (sav)’in neslinden olmak Müslümanlar için büyük bir şereftir. Dolayısıyla Bediüzzaman seyyid olsaydı, bunu hiçbir şekilde gizlemez ve açıkça ifade ederdi. Peygamberimiz (sav)’in soyundan olduğunu ifade etmekten büyük bir onur duyardı. Kendisine böyle bir soru sorulduğunda “Evet seyyidim, ama Mehdi değilim” derdi. Zira Bediüzzaman bizzat kendi eserlerinde Peygamberimiz (sav)’in hadisini hatırlatarak “seyyid olan bir kişinin seyyidliğini gizlemesinin Kuran ahlakına uygun olmadığını” belirterek, bu konudaki sözünün kesin olarak doğru olduğunu ifade etmiştir:
Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim diyenler, ikisi de günahkar ve duhul ve huruc (isyan) haram oldukları gibi… hadis ve Kuran’da dahi, ziyade veya noksan etmek memnu’dur (yasaklanmıştır). (Muhakemat, sf.52)
Bediüzzaman’ın bu sözü çok açıktır. Peygamberimiz (sav)’in hadisinde bildirildiği gibi, İslam ahlakına göre, seyyid olan bir kişi hiçbir nedenle bunu gizleyemez, saklayamaz. Seyyid olmayan bir kişi de ben seyyidim diyemez. Bu durumda Bediüzzaman gibi değerli ve üstün ahlaklı bir şahsın, seyyidliğini gizlediği yaklaşımı son derece yakışıksız bir düşüncedir. Bunun yanı sıra “her seyyid olan kişi, mutlaka Mehdi olacak diye bir durum da söz konusu değildir”. Dünya üzerinde milyonlarca seyyid olan insan bulunmaktadır. Bir kişinin seyyid olması Mehdi olmasını gerektirmediği için, her insan bu gerçeği rahatlıkla dile getirebilir. Dahası Bediüzzaman “Benim bu konudaki tek eksikliğim seyyidliğim, eğer seyyid olsaydım Mehdi olurdum” da dememiştir. Tam aksine Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin tüm özelliklerini, yapacağı benzersiz faaliyetleri uzun uzun açıklamış ve bunların hiçbirinin kendi yaşadığı dönemde henüz gerçekleşmediğini belirtmiştir. Ayrıca Bediüzzaman Risaleler’de yine birçok kez “Kürt” olduğunu ifade ederek bu gerçeği delillendirmiştir (Münazarat, s.84; Tarihçe-i Hayat, sf.228; Bediüzzaman ve

Batın tefsircileri risale-i nur’u nasıl yorumlamaktadırlar? Ahir zaman ve mehdiyet konusunda yapılan batıni tefsirler nelerdir?Bediüzzaman ne demektedir? tefsirciler ne demektedirler? – 2


Batın tefsircilerine göre:

Yukarıda sadece bir kısmına yer verilen sözlerinde Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi’den bir şahıs olarak bahsettiği çok açık olarak görülebilmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi için açıkça “zat”, “şahıs” gibi ifadeler kullanmaktadır. Ancak ne var ki batın tefsircileri, Bediüzzaman’ın bu net açıklamalarını delil olarak kabul etmemekte, Hz. Mehdi sadece bir şahs-ı manevidir demektedirler. Bu düşünceleri için ise ortaya hiçbir delil sunmamakta, sadece Bediüzzaman’ın batıni tefsir mantığıyla yanlış şekillerde yorumladıkları sözlerini öne sürmektedirler. Hatta söz konusu kişilerin bu konular açıldığında kullandıkları kalıplaşmış bazı cevap şekilleri vardır. Örneğin “Ahir zamanda Hz. Mehdi adında bir şahıs gelecek mi?” diye bir soru sorulduğunda şöyle bir cevap verilir: “Hayır, Hz. Mehdi gelmeyecek; şahs-ı manevisi gelecek” ya da “Hz. Mehdi zaten gelmiştir. Çünkü Mehdilik bir şahs-ı manevidir; çıkacak Mehdi budur. Şu anda da bu şahs-ı manevi mevcuttur.” Aynı şekilde Hz. İsa için de “Hz. İsa yeryüzüne ikinci kez gelecek mi?” diye bir soru sorulduğunda “Hayır, Hz. İsa gelmeyecek; Hz. İsa’nın kendisi yeryüzüne inmeyecek, şahs-ı manevisi yeryüzünde olacak” denir. Ya da “Hz. İsa’nın da Hz. Mehdi’nin de şahs-ı manevisi zaten gelmiştir” gibi açıklamalar yapılır. Kimileri de “Bediüzzaman eserlerinde, Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin geleceği konusunda net açıklamalar yapmamıştır” gibi sözlerle, bu düşüncelerini Bediüzzaman’ın sözleriyle delillendirmeye çalışırlar.
Oysa bu bakış açısı son derece yanlış ve hatalıdır. Çünkü Bediüzzaman, Hz. İsa ve Hz. Mehdi ile ilgili sözlerinde bu konuyu çok net ifadelerle açıklamış; ahir zamanda beklenen bu kişilerin bir şahs-ı manevi olmadığını, birer şahıs olarak ortaya çıkacaklarını açık bir şekilde belirtmiştir.
Bediüzzaman’ın bu sözlerine rağmen ısrarla Hz. Mehdi’nin bir şahs-ı manevi olacağının öne sürülmesi ise elbette ki, söz konusu kişilerin birtakım endişelerle hareket etmelerinden kaynaklanmaktadır. Bunlar arasında bir başka şahsın Bediüzzaman’dan daha üstün bir makam sahibi olması, Risaleler’den daha etkili eserler yazılması, sahte Mehdilerin çıkma ihtimali ya da Mehdi’nin çıkmaması durumunda sükut-u hayale uğrama korkusu, kurulu düzenin bozulması, çıkar yada itibar kaybına uğramak gibi endişeler sayılabilir. Hz. Mehdi’nin, bir şahs-ı manevi olacağı fikri yaygınlaştırıldığı takdirde ise, Mehdi beklentisi de ortadan kalkacaktır. Mevcut düzen bozulmayacak, ileride Bediüzzaman’ın sözlerinin yanlış çıkması korkusu olmayacak, Hz. Mehdi’nin gelmemesi ihtimalinde de hayal kırıklığı yaşanmayacaktır. Oysa ki temelde Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi, tamamen iman zayıflığından ve Hz. Mehdi inancının güçlü olmamasından kaynaklanan bu kuruntular tümüyle yersizdir. Hadislerde ve Bediüzzaman’ın sözlerinde Hz. Mehdi’nin vesile olacağı bildirilen olaylara Allah Kuran ayetleriyle de işaret etmiştir. İslam ahlakını tüm yeryüzüne hakim kılacağını, bundan 1400 sene önce Allah Kuran’da müminlere müjdelemiştir. Allah’ın vaadi haktır. Kaderde Allah bunu kimin vesilesiyle gerçekleştirirse, bu kişi Hz. Mehdi olacaktır.
Allah, İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağını, inanan kullarını güç ve iktidar sahibi kılacağını vadetmiştir. Allah’ın izniyle bu vaad gerçekleşecektir. Allah’ın adetullahında Kuran ahlakının hakimiyeti vardır. Ve yine bu adetullaha göre, bu hakimiyette mümin topluluğunun başında bir lider olması gerekmektedir. Bu şahsa Mehdi denmiştir. Ancak asıl önemli olan bu şahsa ne isim verildiği değildir. Bu kişi farklı şekillerde adlandırabilir. Ancak kesin olan Allah’ın bu vaadinin gerçekleşeceği ve bu olaya vesile olacak ve müminlere önderlik edecek bir şahsın var olacağıdır.

4-Bediüzzaman “Hz. İsa gelecektir

Bediüzzaman’ın risalelerin tefsir edilmesine bakış açısı nedir?



Bediüzzaman’ın risalelerin tefsir edilmesine bakış açısı nedir?


Bediüzzaman hayatta iken risaleleri tefsir etme yaklaşımına izin vermiş midir?



Bediüzzaman’ın eserlerinin geniş kitleler üzerinde oluşturduğu samimi etki son derece açıktır. Dolayısıyla insanlar üzerinde böylesine geniş çaplı etki uyandıran eserlerin, anlaşılamaz ya da çözülemez bilgiler içerdiğini iddia edebilmek hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu gerçekler, Bediüzzaman’ın Risaleler’deki apaçık sözlerini bir kez daha tefsir etme ve yorumlama gibi girişimlere hiçbir şekilde ihtiyaç olmadığını da açıkça ortaya koymaktadır. Dahası kitap boyunca da anlatıldığı gibi, Risaleler’in batıni tefsir mantığıyla ikinci bir kez daha tefsir edilmesi pek çok açıdan sakıncalı bir yaklaşımdır.
Bediüzzaman böyle bir tefsir anlayışına karşı olduğunu pek çok kez ifade etmiş ve böyle bir girişimin engellenmesi için bu bakış açısını anlatan sözlerini Risaleler’e ekletmiştir. Risaleler’in her kesimden, her yaştan, her meslekten insanlar tarafından kolaylıkla anlaşılabileceğini belirtmiş; bu nedenle sözlerinin ayrıca tefsir edilmesine ihtiyaç olmadığını ifade etmiştir. Böyle bir tefsir mantığı ile sözlerinin gerçek anlamından uzaklaşabileceğini hatırlatmış; bunun yerine konulara ilişkin bir açıklama gerekiyorsa, bunun aynı sayfada yer verilecek kenar notlarıyla izah edilmesinin daha yerinde olacağını söylemiştir. Hatta bu tür tashihler engellenmediği takdirde, Risaleler’deki sözlerinin suistimale açık hale geleceğini

Sonuç




Her takva sahibi mümin “Ve onlar: “Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl,” diyenlerdir.” (Furkan Suresi, 74) ayetinin hükmü gereği, inananlara “önderlik yapmak” isteyebilir.
Bir şahıs Müslümanları birleştiriyorsa, onların başına geçerek, Allah’ın izni ile Müslümanları içine düştükleri sıkıntı ve zorluklardan kurtarıp, huzur, adalet, bolluk ve refaha kavuşturuyorsa bu kişiye ne dendiği önemli değildir. O şahsa ister bir lider, ister birleştirici densin, o Hz. Mehdi’nin en büyük alameti olan icraatı yapmış olacaktır. Bu nedenle, “sadece ona has olan icraatları kim yerine getirirse, Mehdi o kimsedir” şeklindeki yaklaşım ve hüsn-ü zan doğru olacaktır. Burada önemli olan, böyle tarihi ve mukaddes bir görevin yerine getirilmesidir. Dolayısıyla Müslümanlara Altınçağ’ı yaşatacak şahsın, -adı ne olursa olsun- Mehdi olması umut edilir ve Peygamberimiz (sav)’den 1400 yıl sonra bunları başaracak kişi için de “herhalde O’dur” diye düşünülebilir.
Bediüzzaman da eserlerinde, geleceği hadislerde net olarak açıklanan Hz. Mehdi’nin çıkışı, müjdelenmemiş olsaydı dahi, gelmesinin adetullaha (Allah’ın kainatta koyduğ u değişmez hükümlere) uygun olduğunu şu şekilde belirtmiştir:
Herşeye gücü yeten Allah, Hz. Mehdi ile İslam’ın üstündeki karanlığı dağıtabilir. Ve vaad etmiştir, vaadini elbette yapacaktır. Kudret-i İlahiye (Allah’ın gücü) noktasında gayet kolaydır. Eğer daire-i esbab (sebepler bazında) ve hikmet-i Rabbaniye (Allah’ın dilemesi) noktasında düşünülse, yine o kadar makul ve vukua (gerçekleşmeye) layıktır ki; eğer muhbir-i Sadık’tan (doğru sözlü olan Peygamber (sav)’den) rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lazım gelir. Ve olacaktır diye ehl-i tefekkür (tefekkür ehli, alimler) hükmeder.” (Mektubat, sf.411-412)
Ayrıca bu durum sadece Hz. Mehdi için değil, Hz. İsa için de geçerlidir. Hristiyanlık dinini hurafelerden arındırıp, özüne dönmesine vesile olan bir şahıs, aynı zamanda Hristiyanlığın Kuran’a tabi olmasına, iki dinin mensuplarının ittifaklarına vesile olsa ve anne babası da olmasa, bu şahsın da Hz. İsa olması umut edilir. Sonuç olarak bu mübarek şahıslar Allah’ın izni ile gelecek ve kaderlerinde olanı yaparak İslam ahlakının yeryüzüne hakim olmasına vesile olacaklardır.
Bediüzzaman da, Allah’ın bu adetullahını bilerek eserlerinde Hz. Mehdi’nin çıkışı ve İslam ahlakının dünya hakimiyetine vesile olması konusunda hiçbir şüphesi olmadığını ifade etmiş ve bu fikirlerini de en anlaşılır ve en hikmetli sözlerle tüm Müslümanların bilgisine sunmuştur. Bediüzzaman’ın son derece açık ve samimi ifadelerle ortaya koyduğu bu gerçekleri, hiçbir delil olmadan, sadece yorum, tevil ya da tefsir adı altında örtmeye çalışmak ve bu yolla 30-40 yıldan beri belki de binlerce insanın yanlış yönlendirilmesine neden olmak, elbette ki büyük bir sorumluluktur.
Dolayısıyla batın tefsirciliğinin, kitap boyunca anlatılan tüm bu yönleri dikkatle değerlendirilmeli ve Bediüzzaman’ın sözlerinin, gerçek anlamıyla tüm Müslümanlar tarafından anlaşılıp öğrenilebilmesinin yolu açılmalıdır. Allah’ın izniyle çok yakın bir gelecekte Bediüzzaman’ın bu müjdeleri gerçekleşecek; tüm dünya Hz. Mehdi’nin liderliği altında toplanacak, Kuran ahlakının yaşanmasıyla birlikte anarşi ve kargaşa ortamı son bulacak ve yeryüzüne huzur ve barış hakim olacaktır. Tüm İslam ümmetinin 1400 senedir beklediği bu tarihi şahsın gelişi, o güne kadar yanlış bir bakış açısıyla yapılan tüm tevil ve tefsirlerin geçersizliğini zaten açığa çıkaracak ve Bediüzzaman’ın sözlerinin hikmetini açıkça ortaya koyacaktır. Ancak asıl önemli olan, bu mübarek şahsın gelişi için tüm Müslümanlarla birlik olup en güzel hazırlığı yapabilmek; bu tarihi ve şerefli olayda Hz. İsa’nın ve Hz. Mehdi’nin destekçilerinden ve yardımcılarından olabilmektir. Allah’ın Kuran’daki hakimiyet vaadi ve Peygamberimiz (sav)’in müjdeleri gerçekleştiğinde, öncesinde bu gelişmelerden şüphe duyan kimselerden olmanın, kişiye dünyada ve ahirette sorumluluk yükleyebileceğinin ve mahcubiyet yaşamasına neden olabileceğinin de unutulmaması gerekmektedir.
Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin ahir zamanın beklenen kutlu şahısları oldukları anlaşıldığında, Allah’ın izniyle tüm dünya onları sevgiyle kucaklayacak, onları içtenlikle benimseyecek, onlara ve kendilerini çağırdıkları Kuran ahlakına tabi olacaklardır. Elbetteki bu olaylar gerçekleştiğinde de bu mübarek insanlara destek olabilmek çok büyük bir nimet ve güzelliktir. Ama unutulmamalıdır ki, asıl olarak bu şahısların gelişinden önce doğruyu savunarak onlar için hazırlık yapmak da Allah Katında üstün bir karşılık bulacak olabilir. Ahir zamanın bu tarihi şahıslarının en yakın yardımcılarından olabilmek için tüm Müslümanların birbirleriyle yarışmaları, aynı zamanda Kuran ahlakının da bir gereğidir. Allah Kuran’da Müslümanları yükümlü kıldığı hayırlarda yarışma ahlakını bizlere şöyle bildirmektedir:
Herkesin (her toplumun) yüzünü çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri biraraya getirecektir. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (Bakara Suresi, 148)